"Altın olan her şey parlamaz, Her gezgin yitirmemiştir yolunu" der J.R.R. Tolkien.
Hep aynı yoldan eve gider gibi, hep aynı yoldan yaşıyor, seviyor ve sevişiyorsak, nasıl mümkün olur bilinmeyeni keşfetmek? Kendini şaşırtmazsa insan - ve izin vermezse hayatın onu ters köşeye yatırmasına kimi zaman- nasıl mümkün olur, bilmediğini bilmek? "Ben hep sokak aralarını, meydan arkasındaki tenha, karanlık çıkmazları tercih ettim. Maceralar, sürprizler, çamurda inciler, hep orada...'' demiş Dostoyevski, Karamazov Kardeşler'de. Fransızca'da bir kelime var: Flâneur Wikipedia tanımına göre, 'aylak kent gezgini' anlamında kullanılıyor. "Şehirde koşturan, çalışan diğer insanların aksine flanör, sakince sokakları dolaşır, gözlem yapar ve düşünür. Kalabalıklar içinde yalnız bir şekilde gezer. Herhangi bir amacı yoktur." Charles Baudelaire de Modern Hayatın Ressamı'nda şöyle anlatmış flanörü: "Nasıl ki kuş havada, balık suda yaşarsa, o da kalabalıklarda var olur. Aşkı, işi, gücü kalabalıklardır. Kusursuz flaneur için, tutkulu gözlemci için, ahalinin tam orta yerini, hareketin gel-git noktasını, gelip geçici ile sonsuzun arasını mesken tutmak müthiş bir keyiftir. Evden uzak kalmak ama her yerde evinde hissetmek; dünyanın merkezinde olmak, dünyayı gözlemek ama dünyadan saklı kalmak..." The Wall Street Journal'daki 'The Emotional Benefits of Wandering' (Gezinmemin duygusal faydaları) adlı yazısında, Psikolog Alison Gopnik; şehrin sokaklarında kaybolmanın, şehri keşfetmenin, bilhassa gençler için, mutlulukla doğrudan ilintili olduğunu paylaşmış. Adrenalin dolu eylemler ve risk alma tutumu; küçük yaşlarda, ebeveynler tarafından pek hoş karşılanmadığı için, 18-20 yaş aralığında nispeten artan rahatlıkla beraber, gençlerdeki bu gezginlik hali de artış gösteriyormuş. Botoxla, saç ekimiyle, antiaging ürünleriyle bedenimizi genç tutmak için bu kadar kıvranırken, ruhumuzu genç, heyecanlı ve diri tutmak için ne kadar az çabaladığımızı ve bu konuları ne kadar az konuştuğumuzu fark ettim. Oysa, yolunu yitirdiği düşünülen gezginler; hayatın ara sokaklarına dalmayı, daha önce karşısına çıkmamış olanla karşılaşma ihtimalini, 'çamurdaki inciyi' ve 'gelip geçici ile sonsuzun arasını mesken tutmayı' sever. Tıpkı hiç parlamasa bile altını tanıyan bir sarraf gibi...
Comments